Peki filozoflar yaşamayı gerçekten bildi mi?
- Pelin Alpaslan
- 24 Şub
- 3 dakikada okunur

Hayat, yalnızca var olmak mı, yoksa onu tutkuyla yaşamak mı?
Kimileri için yaşamın sırrı heyecan, merak ve tutkuda; kimileri içinse rutinler, dinginlik ve sakinlikte saklı. Ama belki de asıl güç, tüm bunları aynı anda barındırabilmekte ve dengede.
Bugün, Nietzsche’nin coşkusundan Sokrates’in merakına, Spinoza’nın denge arayışından Camus’nun absürdizmine uzanan bir yolculuğa çıkarmaya geldim sizi. Bu kez cevaplarımı değil sorularımı yazıyorum. 😊
Filozoflar yaşamayı gerçekten bildi mi, yoksa üzerine mi düşündüler?
TUTKUNUN VE HEYECANIN GÜCÜ
Nietzsche ve Dionysosçu Tutkuyla Yaşamak
Nietzsche’ye göre, hayatı dolu dolu yaşamak için “yaşama evet” demek gerekiyor, çünkü yaşam büyük bir kutlama ve yaratım!
Dionysos, antik Yunan mitolojisinde şarap, neşe ve çılgınlık tanrısı. Ancak Nietzsche için Dionysos bundan çok daha fazlası. 😊 Dionysos, hayatın kaotik, kontrol edilemez ama aynı zamanda yaratıcı ve coşkulu enerjisinin bir sembolü. Yani içimizdeki tutku ve heyecan direkt olarak Dionysosçu enerjiyle bağlantılı. Bu enerji, hayatın zorluklarını ve acılarını bile anlamlı kılacak kadar güçlü olduğundan hayatla yüzleşmemizi ve onu olduğu gibi kabul etmemizi sağlayabilir. Bir çeşit hayata duyduğumuz iştah, onu dönüştürme ve yeniden yaratma gücümüz!
Bence Dionysos’un enerjisi, her birimizin içinde saklı; önemli olan, bu enerjiyi keşfetmek ve hayatı tutkuyla kucaklamak. Ünlü “Amor Fati” (Kaderini Sev) kavramı da, bu düşüncenin bir uzantısı zaten. Hayatın tüm yönlerini sevmeyi ifade ediyor. Bu, yalnızca mutluluğu değil, acıyı da bir anlam kaynağı olarak görmeyi içeriyor.
Epikuros ve Haz Peşinde Koşmak
Günümüzde mutluluk çoğu zaman büyük hedeflerle, başarılarla, görkemli anlarla ilişkilendiriliyor. Epikuros ise mutluluk üzerine düşünürken, keyif almanın önemini vurguluyor, insanın haz duygusuna odaklanır. Yaşamın nihai amacı haz olsa da, onun bahsettiği ölçüsüz zevkler peşinde koşmak değil, aksine sade bir yaşamın içinde bulunan küçük ama derin zevklerin farkına varmakla ilgili. Çünkü ölçüsüz hazlar, sonunda acıya dönüşür. Bu yüzden Epikuros için haz, zihinsel dinginlik (ataraksia) ve bedensel rahatlık (aponia) ile dengelenmeli. Onun felsefesi, yaşamın karmaşasında kaybolan bizlere şu çağrıyı yapıyor: "Hey modern insan, hayatını sadeleştir. Küçük hazların kıymetini bil. Ve zihnini huzurlu tut. 😊"
O zaman soruyorum: Sen en son ne zaman sırf yaşamak güzel olduğu için sevindin?
MERAK VE KEŞFETMENİN BÜYÜSÜ
Sokrates ve Bitmeyen Merak
Sokrates’in meşhur sözünü bilirsiniz: “Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez.” O, insanın en büyük gücünün merakı olduğuna inanıyor. Dünya hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, o kadar çok yaşadığımızı hissedebiliriz.
Diğer meşhur sözü de “Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir.” Bilgelik arayışıyla yaşamak 😊 Belki de gerçekten hayatın en büyük itici gücü soru sormak. Merak, Sokrates’i nasıl Atina sokaklarında insanların peşine düşüp “Gerçekten ne biliyorsun?” diye sorgulamaya yöneltti, bizim de yaşama sevincimizin katalizörü her gün yeni bir şey öğrenme ihtimali olabilir.
Aristo ve Keşfetme Arzusu
Aristo da benzer şekilde insanın doğası gereği bilmek isteyen bir varlık olduğunu söylüyor. Yani, içimizde hep bir keşif dürtüsü var! Belki de bu yüzden bazılarımız durmadan seyahat etmek istiyor, yeni tatlar denemeye bayılıyor ya da farklı kültürleri anlamaya çalışıyor.
Peki sen, en son neyin peşine düştün?
DENGE VE SAKİNLİĞİN GÜCÜ
Spinoza ve Denge Sanatı
Spinoza’ya göre hayat, yalnızca coşku ve tutkuyla değil, aynı zamanda bir denge ile keşfedilebilir. Ona göre mutluluk, doğayla ve kendimizle uyum içinde olmaktan geliyor. Kendi iç güdülerimizi, tutkularımızı anlamadan, onları dengeye oturtmadan yaşamın tadına varmak mümkün değil. Onun “Özgürlük, zorunluluğu anlamaktır.” sözü de tam olarak bunu anlatır: Yaşama sevinci, hayatın akışını anlamakta ve onunla uyum içinde hareket etmekte saklı. Her şeyi kontrol etmeye çalıştığımız günümüzde en büyük huzur akışa kapılmayı kabul ettiğimizde gelecek belki de.
Marcus Aurelius ve Sakinlik
Tutku, heyecan, keşfetmek… Evet, ama her şeyin fazlası insanı savurabilir. İşte burada stoacılar devreye giriyor. 😊 Sakinlik en büyük bir gücümüz. Bizi özgür kılacak şey duygularımızın farkında olup onları kabul etmek. Marcus Aurelius’un şu sözü tam da bunu anlatıyor:“Mutluluk, dışarıda değil, içeride bir şeydir.” Yani dış dünyayı kontrol edemeyiz belki ama düşüncelerimizi ve tepkilerimizi yönetebiliriz. Coşkuyla harekete geçmek, yaşamdan beklenti içinde olmak değil, durup nefes alabilmek önemli.
Albert Camus ve Saçmalıkla Barışmak
Camus’ya göre de benzer şekilde hayatın anlamı üzerine sonsuz sorgulamalara dalmak yerine, onu olduğu gibi kabul etmek gerek. Hayatın bazen anlamsız, bazen de tamamen absürd ama buna rağmen yaşamaya devam etmek, hatta bundan keyif almak mümkün. “İnsan, bir anlam bulmaya çalışmaktan vazgeçtiğinde gerçekten özgürleşir.” der. Belki de en büyük yaşam sevinci, anlam arayışının kendisini bir oyun gibi görmekte gizli. “Sisifos Söyleni”nde dediği gibi, taşın her seferinde tekrar aşağı yuvarlanacağını bile bile onu yukarı taşımaya devam etmenin kahramanlık olduğunu düşünmek de seçim.
Sen en son ne zaman durup bir nefes aldın ya da başına gelenleri kabul edip o taşın aşağı inmesini izlerken olgunlukla gülümseyebildin?
HADİ BUNLARIN HEPSİNİ KARIYORUM!
Sorularım da bitti, kendime notla kapatıyorum, ve kadehimi momentuma kaldırıyorum 😊
Çok düşünme, ama hep düşün.
Tutkulu ol, ama kendini kaybetme.
Heyecan duy, ama dengeyi unutma.
Keşfet, ama iç sesini dinlemeyi de ihmal etme.
Sen Dionysos’un coşkusu, Sokrates’in merakı, Stoacıların dinginliği ile dolusun.
Yaşamayı seven her zerreni kutluyorum! 😊
bu harika derlemeye ben de şu notu eklemek istiyorum; belki de hayat, hayatın bir anlamı olmak zorunda değil diye kabul ettiğimiz zaman daha anlamlı hale geliyor...